Tartışmada son nokta: Kıtalar yeniden birleşir mi? Dünya haritasını tarihe gömebilir
12 mins read

Tartışmada son nokta: Kıtalar yeniden birleşir mi? Dünya haritasını tarihe gömebilir

Melike Sarıkaya/ Milliyet.com.tr – Tektonik plakalar, Dünya’nın iç tabakalarındaki devasa enerji ve ısının etkisiyle her yıl birkaç santimetre hareket ediyor. Geçmişte bu hareketler, Atlantik Okyanusu’nu açarak Pangea’yı parçaladı ve bugün bildiğimiz kıtaların oluşumunu sağladı. Şu an için ayrı duran Afrika, Asya, Amerika ve diğer kıtalar, uzmanlara göre gelecekte yeniden birleşebilir. Bilim insanları, bu süreç devam ederse Avrasya ve Amerika’nın çarpışıp bir bütün olabileceğini, Afrika’nın kuzeye kayarak bu yeni kıtanın bir parçası olabileceğini öngörüyor. İstanbul Üniversitesi – Cerrahpaşa Jeofizik Mühendisliği Bölümü Bölüm Başkanı Prof. Dr. Zihni Mümtaz Hisarlı, bugünkü dünya haritasını tamamen tarihe gömebilecek bu birleşme için Milliyet.com.tr’ye değerlendirmelerde bulundu.

‘DÜNYA’NIN DIŞ GÖRÜNÜŞÜ DEĞİŞECEK’

Prof. Dr. Zihni Mümtaz Hisarlı Dünya’da yaşadığımız kabuğun hemen altında litosferik manto ve astenosfer olduğunu söyledi.

Prof. Dr. Zihni Mümtaz Hisarlı, “Dünya’nın yarıçapı yaklaşık 6370 kilometredir ve çekirdek (iç ve dış), manto (alt ve üst) ile kabuk katmanlarından oluşur. Üzerinde yaşadığımız bu kabuk, litosferle birlikte viskoz astenosferin üzerinde hareket eder. Bu hareketler, kıta hareketleri olarak bilinir. Kıtaların çarpışmasıyla stres birikir ve bu stres, depremlere neden olur. Dünya yaklaşık 4.5 milyar yıl yaşındadır. İlk oluşumda yüzeyi lav akıntılarıyla kaplıydı. Zamanla soğuyan bu lavlar katı bir kabuk oluşturdu ve bu kabuk, litosferle birlikte astenosfer üzerinde hareket etmeye başladı. Kıta hareketleri yaklaşık 4 milyar yıldır devam ediyor. İnsanlık tarihi ise bu sürece kıyasla oldukça kısadır ve bizler kıta hareketlerinin sadece küçük bir bölümüne tanık oluyoruz. Kıta hareketleri, gelecekte de devam ederek dünyamızın dış görünüşünü değiştirecektir” diyerek kıtaların hareketinin nasıl meydana geldiğini anlattı.

‘KITA HAREKETLERİ, YÜRÜYEN BANTLARA BENZİYOR’

Kıtaların hareketinin hakkında bilgi veren Prof. Dr. Hisarlı, konuşmasında “Yeraltına indikçe sıcaklık ve basınç artar. İç çekirdek, yüksek sıcaklığa rağmen katı kalırken dış çekirdek sıvıdır ve bu sıvı katman, Dünya’nın manyetik alanını oluşturur. Bu manyetik alan, Dünya üzerindeki yaşamın korunmasında kritik bir rol oynar. Örneğin, Mars’ta bir zamanlar manyetik alan bulunmaktaydı. Ancak şu anda bu alanın olmaması, sıvı dış çekirdeğin soğumasıyla ilişkilendirilir. Yerin içindeki ısı yaklaşık 6 bin dereceyi aşar ve ısı daima sıcaktan soğuğa doğru hareket eder. Bu ısı, manto içinde konveksiyon hareketlerini başlatır. Bu hareketler, kabuğu ve litosferi, havaalanı ve metrodaki yürüyen bantlarına benzer şekilde, kıtaları hareket ettirir” ifadelerini kullandı.

Kıtaların, yayılma hareketleriyle birbirlerinden iyice uzaklaştığına dikkat çeken Prof. Dr. Zihni Mümtaz Hisarlı, “Konveksiyon akımlarının yüzeye çıktığı yerde kabukta bir incelme oluşturarak magmanın yüzeye çıkarak tabana yayılmasını sağlar. Magmanın yüzeye çıktığı bu nokta olarak okyanus ortası sırt adı verilir. Bu sırtlar Atlantik Okyanusu’nun tabanında Güney kutbundan Kuzey kutbuna kadar binlerce kilometre uzanır. Okyanus tabanında oluşan yeni kabuk, yüzeye çıkan sıcak magmanın yanlara doğru itmesiyle okyanus tabanını harekete geçirir. Örneğin, bir zamanlar yan yana olan Güney Amerika ve Afrika kıtaları, bu yayılma hareketi sayesinde zaman içinde birbirinden uzaklaşmıştır. Ancak okyanus tabanı konveksiyon akımlarıyla hareket ederken, yayılma merkezinden uzaklaştıkça bu akımların etkisi azalır ve daha hafif bir kıtanın altına dalarak mantoya gömülür. Bu bölgelere dalma-batma zonları denir. Dalma-batma zonlarında iki kıta çarpıştığında, Güneydoğu Anadolu dağ kuşağında olduğu gibi dağlar oluşur. Benzer şekilde, Hint ve Asya plakalarının çarpışması Everest Dağları’nı içeren büyük dağ kuşaklarını ortaya çıkarmıştır” diye konuştu.

Güney Amerika ve Afrika kıtalarından öncesi (solda) ve sonrasına (sağda) ait paleokutup pozisyonları

‘İKİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA VERİLER GİZLİ TUTULDU’

Prof. Dr. Zihni Mümtaz Hisarlı, geçmişten bugünkü güne kadar kıtaların hareketini bilmeye yönelik birçok verinin toplandığını tekrarladı. Konuyu açıklayan Prof. Dr. Hisarlı, şu cümleleri kurdu:

Geçmişten günümüze kıtaların hareketlerini belirlemeye yönelik yerbilimlerinde birçok veri toplandı. Ancak levha tektoniği kuramının ortaya çıkmasında jeofizik biliminin katkıları çok büyük. Özellikle jeofiziğin bir alt dalı olan paleomanyetizma ve okyanuslarda yapılan manyetik ölçümler, bu teoriye önemli bilimsel veriler sağladı. Ülkemizde de İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Jeofizik Mühendisliği Bölümü’nde donanımlı bir paleomanyetizma laboratuvarı bulunuyor. Paleomanyetizma, özellikle volkanik kayaçlar ilk oluştuklarında ve sıcaklıkları 580 derecenin altına düşmeye başladığında, bulundukları enlemdeki yeryüzü manyetik alanını tıpkı insan hücresindeki DNA gibi bünyelerinde hapseder. Yeryüzündeki bir noktada manyetik alanın eğim ve sapma değerleri ile o noktanın enlem ve boylamı arasında bir ilişki bulunur. Farklı yaşlardaki yönlü kayaç numuneleri incelenerek, kayaçların ilk oluştuğu andaki mıknatıslanması ölçülür ve bu veriler kullanılarak kayacın yer değiştirmediği, ancak o zamanki enlem ve boylamının belirlenebildiği tespit edilir. Yeryüzü manyetik alanı, bir dipol ekseni tarafından oluşturulan manyetik alana benzer. Bu eksenin kuzey veya güney kutbunda yüzeyi kestiği noktaya kutup pozisyonu denir. Kutup pozisyonları, herhangi bir noktada enlem, boylam ve manyetik alanın eğim ve sapma açılarının ölçülmesiyle hesaplanabilir. Kutup pozisyonları enlem ve boylam değişse bile günümüzdeki konumları sabit kalır. Örneğin, Güney Amerika ve Afrika kıtalarından elde edilen paleokutup pozisyonları birbirinden farklı hesaplandı. Oysa enlem ve boylam değişmiş olsa da paleokutup pozisyonlarının sabit kalması beklenirdi. Bu iki kıta birleştirildiğinde, paleokutup pozisyonlarının da üst üste geldiği görüldü. Bu bulgu, kıtaların kaymasının paleomanyetik bir kanıtıdır.”

Prof. Dr. Hisarlı, sözlerine ikinci veri grubunu anlatarak devam etti.  Bu veri grubunun okyanuslarda yapılan manyetik ölçümleri içerdiğini söyleyen Prof. Dr. Zihni Mümtaz Hisarlı şunları ekledi:

“İkinci Dünya Savaşı öncesinde, denizaltıların güvenli bir şekilde hareket edebilmesi amacıyla deniz tabanının derinlikleri ekosounder ile ölçülmüş ve aynı zamanda okyanuslarda manyetik veriler toplanmıştır. Savaşın ardından, daha önce gizli tutulan bu veriler bilim insanlarının kullanımına açılmıştır. Bilim insanları, okyanus tabanındaki derin ve uzun, binlerce kilometreyi bulan çukurları ve manyetik anomalilerde gözlemledikleri ters ve normal polarite değerlerinin birbirine paralel olduğunu fark ederek, 1970’lerde levha tektoniği teorisini ortaya koymuşlardır. Bu teori, kıtaların kayması fikrini de desteklemektedir.”

Prof. Dr. Zihni Mümtaz Hisarlı yeryüzünün manyetik alanının sabit kalmadığını aktarırken, “İç yapısı dev bir mıknatısa benzer. Mıknatısın bir ucu pozitif, diğer ucu ise negatif polariteye sahiptir. Paleomanyetik çalışmalar, yeryüzü manyetik alanında zaman içinde polarite terslenmeleri olduğunu göstermiştir. Yani bir dönemde kuzey kutup negatif polariteye sahipken, başka bir zaman diliminde pozitif polariteye sahip olabilir. Volkanik kayaçlar sıcakken mıknatıslanma göstermezler, ancak sıcaklıkları derecenin altına düştüğünde mıknatıslanma kazanırlar” dedi.

Pangea’nın dağılmasından bu yana levha tektonik rekonstrüksiyonu

‘250 MİLYON YIL İÇİNDE KITALAR YENİDEN BİRLEŞEBİLİR’

Prof. Dr. Zihni Mümtaz Hisarlı paleomanyetik ve jeolojik veriler ışığında 500 – 600 milyon yıl önce kıtaların, güney kutup bölgesinde tek bir süperkıta olarak yer aldığını söyledi. Manto içindeki ısıdan kaynaklanan konveksiyon akımları nedeniyle kıtaların şu an ki konumuna ulaştığını aktaran Prof. Dr. Hisarlı, konveksiyon akımlarının durmasının yer içinin soğumasıyla mümkün olduğunu fakat böyle bir durum gerçekleştiği takdirde yaşamın tehdit altına gireceğini dile getirdi. Özellikle yer manyetik alanının zayıflayıp kaybolacağını belirten Prof. Dr. Hisarlı, “Bu durum güneş ve uzaydan gelen zararlı radyasyonun yeryüzüne doğrudan ulaşmasına neden olacak. Mevcut verilere göre, yer manyetik alanı giderek zayıflıyor ve yaklaşık 2 bin yıl içinde tamamen kaybolabilir. Ancak bu durum yerin soğumasından kaynaklanmıyor. Paleomanyetik veriler, geç jeolojik dönemlerde yer manyetik alanının polarite değiştirmeden önce şiddetinin azaldığını göstermiştir. Son polarite değişimi 780 bin yıl önce gerçekleşmiştir. Bilimsel verilere göre, yerin 250 milyon yıl içinde soğuması beklenmiyor, bu da kıtaların hareketinin önümüzdeki 250 milyon yıl boyunca devam edeceğini gösteriyor. Okyanus ortası sırtlarının yayılma hızları ve konveksiyon akımlarına ilişkin simülasyonlar, gelecekte kıtaların nasıl bir davranış sergileyeceğine dair farklı görüşler sunuyor. Genel olarak bakıldığında, önümüzdeki 250 milyon yıl içinde kıtaların yeniden birleşmesi mümkündür” diye konuştu.

‘KITA KAYDIĞI İÇİN DEPREM OLUYOR’

Kıta hareketlerinin depremlere neden olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Zihni Mümtaz Hisarlı, Kahramanmaraş Depremleri’nin de bu şekilde meydana geldiğini kayderek şöyle konuştu:

“Kahramanmaraş Depremleri, Arap Kıtası’nın kuzeye doğru hareketi sonucunda Anadolu plakası üzerinde baskı yaparak Güneydoğu Anadolu dağ kuşağını oluşturuyor. Bu hareket hem dağ oluşumuna yol açıyor hem de rijit kabuk, taşıyabileceği stres miktarını aşınca kırılarak enerji açığa çıkarıyor ve deprem dalgaları meydana geliyor. Bu dalgalar, geçtikleri materyallere zarar verir. Kahramanmaraş depremlerimde, Arap Kıtası’nın kuzeye doğru hareketi 7 metrelik bir ötelenmeye neden olmuştur.”

Kıta hareketleri sebebiyle akıllara gelen sorulardan birisi ise iklim değişiklinin meydana gelip gelmeyeceği yönünde. Kıta hareketlerinin doğrudan iklim değişikliğine sebep olmayacağını belirten Prof. Dr. Zihni Mümtaz Hisarlı, sözlerine şöyle devam etti: “Ancak okyanuslarda meydana gelen plakaların birbirinin altına dalmasıyla oluşan aktif yanardağlar, atmosfere büyük miktarda gaz ve partikül salarak güneş ışığının yeryüzüne ulaşmasını engelleyebilir. Bu da sıcaklıkların düşmesine yol açabilir. Geçmiş jeolojik dönemlerde bu tür olaylar yaşanmıştı.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir